Türkiye’nin Doğu Akdeniz Stratejisi
Siyasi, askeri ve ticari potansiyeliyle büyük güçlerin daima ilgi alanı içinde bulunan Doğu Akdeniz’in stratejik önemi tarihin her evresinde artarak devam etmiştir. Dünya ticaretinin önemli merkezlerinden biri olması, hidrokarbon kaynaklarına sahip olması ve Ortadoğu’da hâkimiyet kurmanın yolunu açması nedeniyle Doğu Akdeniz jeo-ekonomik ve jeo-politik önemini hiçbir zaman kaybetmemiştir. Bu yüzden, tarihin dönüm noktaları sayılabilecek birçok önemli savaş, bu coğrafyaya hâkim olma düşüncesiyle gerçekleşmiştir.
Bir ticaret merkezi olarak, Süveyş Kanalı başta olmak üzere dünyanın önemli geçiş ve bağlantı noktalarına ev sahipliği yapan Doğu Akdeniz, Hint Okyanusu’ndan taşımacılığı mümkün kılmakta ve Çin, Hindistan, Güney Kore gibi Uzakdoğu ülkelerini Avrupa pazarlarına ve Atlas Okyanusu’na bağlamaktadır. Günümüzde Doğu Akdeniz Ortadoğu’nun petrol ve doğal gazını Avrupa Birliği’ne (AB) taşıma ko-nusunda önemli bir konuma sahiptir. Bu bağlamda, Doğu Akdeniz dünyadaki toplam deniz ticaretinin % 30’unu kapsamaktadır. Ayrıca, deniz yoluyla yapılan petrol ticaretinin yaklaşık % 25’i bu bölge üzerinden yapılmaktadır.
Enerji konusunda Ortadoğu’da 2000’li yılların başından itibaren ya-şanan gelişmelere paralel olarak, Akdeniz Havzası’nın enerji jeo-politiği Doğu Akdeniz bölgesine doğru kaymıştır. Enerji ihtiyacının ve buna bağlı olarak enerji piyasalarının radikal bir şekilde büyüdüğü 2000’li yıllarda, bölgede yeni hidrokarbon kaynaklarının keşfedilmesi ile Doğu Akdeniz giderek küresel siyasetin en önemli konu başlıklarından biri haline gelmiştir. Doğu Akdeniz’de yalnızca son on yılda 3 trilyon metreküpten daha fazla kullanılabilir enerji rezervi keşfedilmiştir. Önümüzdeki yıllarda keşfedilmesi beklenen yeni sahalarla bu miktarın artacağı tahmin edilmektedir.
Nitekim, ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi (United States Geologi-cal Survey/USGS-2010) tarafından yayımlanan rapora göre;
• Filistin/İsrail, Kıbrıs, Lübnan ve Suriye arasında kalan Levant Havzası’nda 3,45 trilyon m³ doğal gaz ve 1,7 milyar varil petrol bulunduğu tahmin edilmektedir.
• Nil Delta Havzası için yaklaşık 1,8 milyar varil petrol, 6,3 trilyon m³ doğal gaz ve 6 milyar varil sıvı doğal gaz rezervi olduğu öngörülmektedir.
• Kıbrıs Adası’nın çevresinde 8 milyar varillik petrol rezervi olduğu, Girit Adası’nın güneydoğusunda kalan ve Heredot olarak adlandırılan bölge ile Kıbrıs Adası etrafındaki bölgede ise, toplam-da 3,5 trilyon m³’lük doğal gaz bulunduğu tahmin edilmektedir.
• Söz konusu raporda verilen rakamlar dikkate alındığında, Doğu Akdeniz’in toplam enerji rezervinin yaklaşık 30 milyar varil petrole eşdeğer olduğu öngörülmektedir.
Enerji piyasalarının geleceğinin yanı sıra küresel ve bölgesel ülkelerin güç ve refahı açısından da önemli kırılmalar meydana getirebilecek bu potansiyel, bütün dünyanın yakın ilgisine mazhar olmaktadır. Hâlihazırda Doğu Akdeniz’de alanında öne çıkan çok uluslu küresel enerji şirketlerinin yoğun faaliyet göstermesi bu ilgiyi somut bir şekilde gözler önüne sermektedir.
Bunun yanı sıra, Doğu Akdeniz, Ortadoğu ve Hazar bölgesinden Batı’ya yönelik enerji ihracatında transfer ve geçiş güzergâhı olarak önemli bir kavşak konumundadır. Bölge, gerek mevcut gerekse inşası planlanan petrol ve doğal gaz boru hatları ile stratejik bir konuma sa-hiptir. Bölge, transit enerji taşımacılığında önemli bir rol oynamakta ve milyonlarca varil ham petrol Batılı pazarlara bu coğrafya üzerinden ulaştırılmaktadır.
Ticaret merkezi olma ve enerji kaynaklarını barındırma özellikleri-nin yanı sıra Doğu Akdeniz ABD ve Rusya gibi bölge dışı devletlerin Ortadoğu ülkeleri üzerinde hâkimiyet kurması ve ekonomik kay-naklarından faydalanması için kullandığı alandır. Doğu Akdeniz’de varlık göstermek Ortadoğu siyasetine müdahil olmanın anahtarlarından biri olmuştur. Dolayısıyla, Suriye’deki iç savaş ve Suriye’nin kuzeyinde bir terör devletinin kurulmak istenmesi, Libya’da ve Mısır’da darbecilerin desteklenmesi, İsrail’in Filistin’i işgali gibi Ortadoğu meseleleri, Doğu Akdeniz’e egemen olma arzusu ile birlikte de-ğerlendirilmelidir.
Ayrıca, Suriye’de yaşanan iç savaş ve bölgede devam eden çatışma ve anlaşmazlıklar, uluslararası aktörlerin Doğu Akdeniz’de askeri güç bulundurmalarını beraberinde getirmiştir. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) iyi niyetten yoksun tutumları nedeniyle çözümsüzlüğe mahkûm edilen Kıbrıs Sorunu ve İsrail’in yol açtığı Filistin Sorunu sebebiyle zaten kalıcı siyasi istikrarın sağlanamadığı Doğu Akdeniz, Arap Baharı ve onu izleyen süreçte Libya, Mısır ve Suriye’de yaşananlar yüzünden bölge dışından pek çok devletin askeri varlığını artırdığı bir gerilim sahası haline gelmiştir. Doğu Akdeniz askeri güç yoğunlaşmasının en fazla yaşandığı bölgelerden birisi olmuştur.
Keşfedilen ve keşfedilmeyi bekleyen yeni rezervler ve Ortadoğu’ya hakim olma arzusu, güvenlik ve enerjinin devamlılığı için güç yarışında olan bütün devletlerin Doğu Akdeniz üzerinde rekabete girişmelerine yol açmaktadır. Böylece, Doğu Akdeniz küresel ve bölgesel güç mücadelesinin yeni sıklet merkezi haline gelmiştir. ABD ve Rusya başta olmak üzere Fransa, İngiltere, İtalya, Almanya, İsrail, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan gibi bölge dışından ve bölge içinden birçok ülke Doğu Akdeniz’de yaşanan mücadele içerisinde yer almaktadır. Elbette, bu güç mücadelesinin merkezinde bölgedeki enerji kaynaklarından daha fazla kazanım elde etme çabası vardır.
Sıcak denizlere inme stratejisi ve özellikle Tartus ve Lazkiye Limanlarındaki üsleri üzerinden Ortadoğu’da siyasi ve ekonomik kazanımlar elde etme arzusu ile Rusya; İsrail lobisinin Filistin Sorunu bağlamında ABD’de yürüttüğü çalışmalar ve Rusya’nın Doğu Akde-niz’deki mevcudiyeti nedeniyle bölgede ki stratejik varlıklarını arttırma ihtiyacı hissetmesi çerçevesinde ise ABD, Doğu Akdeniz’de daha görünür hale gelmiştir. Bölgedeki bu gelişmelere cevap verme zorunluluğu hisseden ve özellikle düzensiz göçmen çerçevesinde ortaya çıkabilecek riskleri bertaraf etmek isteyen AB üyesi ülkeler, eski kolonileri üzerinde tekrar güç sahibi olma hayalleri nedeniyle Fransa, Arap dünyasındaki dönüşüm ve demokratikleşme süreçlerini baskılamak isteyen Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, Doğu Akdeniz’deki çıkarlarını uluslararası hukuku yok sayma pahasına maksimize etmek isteyen Yunanistan, GKRY ve Mısır farklı motivasyonlarla Doğu Akdeniz’de nüfuz mücadelesinin içine girmektedirler.
Türkiye ise, gerek kendisinin ve dostlarının haklarını ve çıkarlarını uluslararası hukuka bağlı kalarak korumak gerekse ulusal güvenliğini sağlamak amacıyla bu güç mücadelesine dâhil olmaktadır. Doğu Akdeniz’in öneminin arttığı ve bir küresel ağırlık merkezi olarak öne çıkmaya başladığı 2000’li yıllar, aynı zamanda Türkiye’nin Soğuk Savaş’ın kalıplarından çıkarak yeni bir büyüme ve ilerleme hikâyesini tarihe kaydettiği bir dönem olmuştur. 1990’lı yıllarda siyasi istikrarsızlık, ekonomik krizler ve terör gibi çeşitli sorunlarla boğuşan Türkiye, 2000’li yıllarda uluslararası arenada bir ‘bölgesel güç’ olarak etkili olmaya başlamıştır. Türkiye bu tarihten itibaren dış politikasını sahip olduğu potansiyel ve bölge gerçeklerine uygun bir anlayışla belirlemeye ve uygulamaya başlamıştır.
2000’li yıllara kadar neredeyse yalnızca Kıbrıs sorunu etrafında şekillenen Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikası da bu dönemden itibaren birçok dinamiğin etkisiyle dönüşmeye başlamıştır. Tüm çevre coğrafyalarda insani yardımlar, kalkınma yardımları, arabuluculuk, artan ticaret ağı gibi boyutlarıyla hızla etkinliğini artıran Türkiye’nin, yüzyıllarca hâkim olduğu ve Anadolu’nun doğal bir parçası olan Doğu Akdeniz’deki gelişmelere kayıtsız kalamayacağı aşikârdır.
Bölgede hidrokarbon kaynaklarının keşfedilmesini müteakip, Türkiye bölgedeki haklarını garanti altına almaya yönelik girişimlerini BM ve diğer kurumlar nezdinde derhal başlatmıştır. Bu bağlamda, Türkiye’nin Akdeniz’deki kıta sahanlığı hakları 2004 yılında BM nezdinde kayda geçirilmiştir. Türkiye, GKRY’nin tek taraflı faaliyetlerine mukabil 2009 ve 2012 yıllarında TPAO’ya verdiği ruhsatlarla da bölgede hidrokarbon arama faaliyetlerini başlatmıştır.
Bu adımlar, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’e yönelik politikalarını artık yeni ve çok daha geniş bir vizyonla belirlediğini göstermek açısından önemlidir. Türkiye’nin 2000’li yıllarda yeniden şekillenmeye başlayan Doğu Akdeniz vizyonu, kendisinin ve dostlarının hak ve çıkarlarını garanti altına almak, deniz yetki alanları ve kaynakların bölüşümü bağlamında tüm adımların uluslararası hukuka ve hakkaniyet ilkesine uygun bir şekilde gerçekleşmesini sağlamak ve hidrokarbon kaynaklarını bir rekabet konusu değil bir iş birliği fırsatı olarak değerlendirerek, tüm bölgede barış ve refaha katkı sağlamak gibi temel ilkeler üzerine inşa edilmiştir. Türkiye’nin bölgeye yönelik tüm tezleri uluslararası hukukun genel ilkeleri, teamül, doktrin ve içtihatını temel almaktadır. Bölgedeki tüm meşru aktörlerle ön şartsız müzakerelere hazır olduğunu en başından bu yana defalarca ilan eden Türkiye, adil paylaşım ve iş birliği ile Doğu Akdeniz’in zenginliklerinin tüm kıyıdaş ülkelerin güvenlik ve refahına hizmet eden bir kaynak olarak değerlendirilmesi gerektiğini savunmaktadır.