Kur’an-ı Kerim’i Yakma Diye Bir Özgürlük Olamaz
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı’nın ardından yaptığı açıklamada, asıl kiliseyi, havrayı veya bir başka inancın mabedini ateşe vermek özgürlük değilse, Kur’an-ı Kerim Mushaf’ı yakma diye bir özgürlük olamaz. Bizim nazarımızda camilerimizi hedef alan eylemler ile kutsal kitabımıza yapılan rezil saldırılar arasında hiçbir fark yoktur” dedi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı Kabinesi Toplantısı’nın ardından basın açıklaması yaptı.
Toplantıda ele alınan konulara ilişkin açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları söyledi:
“Barış, huzur ve esenlik içinde geçirdiğimiz bir Kurban Bayramı sonrasında sizlerle beraber olmaktan duyduğum memnuniyeti özellikle ifade etmek istiyorum.
Bu vesileyle, bir kez daha milletimizin ve İslam âleminin Kurban Bayramı’nı canı gönülden tebrik ediyorum. Rabbim bizleri sağlık, huzur ve afiyet içerisinde daha nice bayramlara kavuşturmasını niyaz ediyorum. Kestikleri kurbanla Allah’a yakınlaşması murat eden, bayram günlerini ülkemizde ve dünyada bir yardımlaşma seferberliğine dönüştüren tüm kardeşlerimin ibadetlerinin kabul olmasını diliyorum.
Millet olarak 2 milyarlık İslam âlemiyle birlikte Kurban Bayramı’nı ruhuna ve temsil ettiği değerlere mütenasip bir şekilde idrak ettik. Gariplerin, yetim ve öksüzlerin elinden tuttuk. Büyüklerimizi, dost ve akrabalarımızı ziyaret ederek gönüllerini aldık. İhtiyaç sahiplerinin kapısını çalarak bayram sevincini onların da yaşamasını sağladık, kimi zaman bir bayram şekeriyle küçüklerimizin yüzlerinde güller açtırdık.
“AMACIMIZ, İLK BİR SENE İÇERİSİNDE 319 BİN DEPREM KONUTUNU TESLİM ETMEK”
Bu bayram döneminde özellikle depremzede kardeşlerimizi ihmal etmedik. Kabine üyelerimizden milletvekillerimize pek çok arkadaşımız bayramda deprem bölgesindeydi, böylece depremzedelerimizin yalnız olmadıklarını bir kez daha kendilerine hissettirdik. Başta depremde en çok yıkıma uğrayan Hatay, Adıyaman, Maraş olmak üzere 11 vilayetimizin tamamında ihya ve inşa çalışmaları şu anda devam ediyor.
Yaptığı binalar 6 Şubat depremlerinden anlının akıyla çıkan TOKİ’miz, bölgenin yeniden ayağa kaldırılması sürecinde öncü rol oynuyor. Bir taraftan yeni deprem konutlarının temelleri atılırken, diğer taraftan inşasına başlanan binalar hızla yükseliyor. Ekim-Kasım ayından itibaren yapımı tamamlanan konutların teslimatına başlıyoruz. Amacımız, ilk bir sene içerisinde 319 bin deprem konutunu teslim etmektir. Bölgede inşa edeceğimiz konut sayısı ise 143 bini köy evi olmak üzere toplam 650 bindir. Şimdiye kadar inşa süreci başlayan konut, köy evi ve ahır sayısı 180 bini buldu. Evleri yıkılan vatandaşlarımızın çok büyük bir bölümünün gelecek bayramı yeni yuvalarında karşılamasını hedefliyoruz.
Hep söylediğimiz gibi, giden canlarımızı geri getiremeyiz, ama maddi kayıplarımızı telefi edecek imkâna ve kudrete sahibiz. Tarih boyunca nice badireler atlatmış, nice zorluklara göğüs germiş bir millet olarak Allah’ın izniyle asrın felaketinin de üstesinden geleceğiz. Altyapısı ve üst yapısıyla şehirlerimizi eskiden daha güvenli, daha canlı, daha dayanaklı hâle getirene kadar durmadan dinlenmeden çalışacağız. Başkaları ne yaparsa yapsın bizim ana gündem maddemiz deprem bölgesidir, deprem mağdurlarımızın sıkıntılarını çözmektir. Son Adıyaman ziyaretimizde vatandaşlarımızın yolumuzu keserek açtığı o pankartı asla unutmadık ve unutmayacağız. Depremzedelerimizi iyilik etmeden başa kakan namertlere muhtaç eylemeyeceğiz. Sandıkta milletten yediği tokadın acısını afetzedelerden çıkaran faşist zihniyete rağmen, oylarının rengine ve siyasi tercihlerine bakmadan deprem bölgesinde yaşayan tüm vatandaşlarımızı kucaklamaya devam edeceğiz.
Her bayramda ulaştırma yatırımlarımızın ne kadar büyük bir hizmet olduğu daha net görülüyor. Daha önce trafikten ve bozuk yollardan dolayı eziyete dönüşen seyahatler, yatırımlarımız sayesinde artık keyifle yapılıyor. Yol medeniyettir şiarıyla başlattığımız ulaştırma hamleleriyle ülkemize çağ atlattık. Otomobille 1,5 saat, feribotla 45 ila 60 dakika süren İzmit Körfezi geçişini Osman Gazi Köprüsü’yle beş dakikaya indirdik. 1915 Çanakkale Köprüsü’yle Boğaz geçiş süresini altı dakikaya düşürdük.
Osman Gazi Köprüsü 24 Haziran Cumartesi günü 111 bin 770 araç geçişiyle bir rekora daha imza attı. Açılışından itibaren bugüne Osman Gazi Köprüsü 70 milyon araç geçişiyle zamandan, yakıttan ve çevreden toplam 1,7 milyar dolarlık tasarruf sağladı.
“İSTANBUL HAVALİMANI, AVRUPA’NIN EN YOĞUN VE EN İYİ HAVALİMANI SEÇİLDİ”
1915 Çanakkale Köprümüzde de önceki yıla göre araç geçiş sayısında yüzde 55 oranında artış yakalandı. Yavuz Sultan Selim Köprüsü günlük ortalama 100 binden fazla araç geçişiyle kamu-özel iş birliğinin en güzel örneklerinden biri oldu. Gezi kalkışmasında durdurulmak istenen bu köprümüz sayesinde Boğaz geçiş trafiği rahat bir nefes aldı. Ankara-Niğde Otoyolu 24 Haziran Cumartesi günü toplam 83 bin 517 araç geçişiyle rekora koşan bir başka projemizdir.
Hava yollarımızda da aynı durum söz konusudur. İstanbul Havalimanı’na bayram boyunca günde ortalama 1517 uçak iniş-kalkış yaparken, günde ortalama 238 bin yolcu bu havalimanını kullandı. 25 Haziran’da ise 1593 iniş-kalkış ile tüm zamanların en yüksek rakamına ulaştı. Dünya çapında birinciliklere doymayan İstanbul Havalimanı, Avrupa’nın en yoğun ve en iyi havalimanı seçildi.
Antalya Havalimanı’nda da Kurban Bayramı’nın dördüncü günü 1.188 uçak trafiğiyle yine rekor kırdık. Trabzon Havalimanı’nda ise Cuma günü 21 bin 117 yolcu trafiğiyle 12 ülkeye seyahat gerçekleştirildi.
CHP Genel Başkanı’nın ‘buraya uçak mı iner’ dediği, ‘ne gerek var’ dediği, ‘millet yol mu yiyecek’ diyerek çamur attığı diğer tüm ulaştırma projelerimizde benzer başarıları yakalamanın gururunu yaşıyoruz. Takoz siyasetinin nelere nam olabileceğini yıllar geçtikte daha iyi anlıyoruz. 14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimlerinde bu zihniyeti sandığa gömen insanımızın 31 Mart 2024 seçimlerinde de bunlara geçit vermeyeceğine inanıyorum.
“ÜLKEMİZ, KRİZLERİN ÇÖZÜMÜNDE DENGELİ, ADALETLİ VE GÜVEN VEREN TAVRIYLA BELİRLEYİCİ ROL OYNUYOR”
Bayram günleri aynı zamanda diplomasi trafiğimizin arttığı dönemlerdir. Bu bayramda da dünyanın dört bir yanındaki kardeşlerimizle ve dost ülkelerin liderleriyle bayramlaşma imkânı bulduk. Devlet ve hükûmet başkanı seviyesinde 21 ülkenin lideriyle telefonda görüşerek hem tebrikleri kabul ettik, hem de ikili konuları ele aldık.
Bu görüşmeler vesilesiyle Rusya-Ukrayna savaşından Sudan’daki kardeş kavgasının sona erdirilmesine kadar küresel güvenliğe dair her mesele Türkiye’nin katkısının daha fazla arandığını ortaya koyuyor. Ülkemiz, krizlerin çözümünde dengeli, adaletli ve güven veren tavrıyla belirleyici rol oynuyor. Ülkemizin öncülüğünde yürütülen barışı inşa çabalarının önemi günden güne daha iyi anlaşılıyor. Tam anlamıyla bir kilitlenme yaşayan Rusya-Ukrayna savaşı bunun en açık ve maalesef en acı örneğidir.
İstanbul süreci bu acımasız savaşı sona erdirecek tarihî bir fırsattı. Taraflara onurlu çıkış imkânı sunan bu fırsat değerlendirilebilseydi, bugüne kadar yaşanan yıkım ve gözyaşı olmayacaktı. İstanbul süreciyle başlayan tahıl mutabakatı ve esir takaslarıyla devam eden diplomatik gayretler maalesef savaş lobisi tarafından engellendi, yıpratıldı, bunun bedelini de asker-sivil on binlerce insan ödedi.
“TÜRKİYE’NİN ÇEVRESİNDE HUZURU HÂKİM KILANA KADAR DİPLOMATİK ÇABALARIMIZI SÜRDÜRECEĞİZ”
Hatta bir dönem Türkiye olarak biz de bu savaş lobisinin hedefi olduk. Ülkemizin izlediği dengeli politikadan rahatsızlık duyanlar, hükümetimize yönelik çok yoğun baskı uyguladılar. Baskı aracı olarak bizler her zaman olduğu gibi muhalefet partilerini kullananlar karşısında dik durduk. Muhalefetin adayının Rusya ile aramızda kriz çıkarmayı amaçlayan asıl ithamları bu senaryonun bir parçasıydı. Sadece Türkiye’nin çıkarlarına değil, Türk demokrasisine de zarar veren bu iddialarla ilgili ortaya tek bir somut delil konulmadı. İddialar yalanlandıktan sonra seçim atmosferinde niçin böyle bir provokasyona girişildiğine dair muhalefet cenahından kamuoyunu tatmin edecek, şüphe bulutlarını dağıtacak hiçbir açıklama da gelmedi. Son bir buçuk yılda bunun gibi sayısız örnekle, kışkırtmayla, Türkiye’yi zorda bırakmayı hedefleyen art niyetli teşebbüsle karşı karşıya kaldık. Hükûmet olarak bunların hiçbirine kulak asmadık, bölgemizdeki ateşin kıvılcımının Türkiye’ye sıçramasına izin vermedik, savaşa odun taşımak yerine barışın tesisi için gayret sarf ettik. Hâlen Rusya ve Ukrayna ile aynı anda görüşen, diyalog kanallarını işleten, acil sorunlara çözüm önerileri geliştiren tek ülke biziz. Her iki ülkenin devlet başkanıyla yakın temasımız devam ediyor. Çatışmaları derinleştirme riski taşıyan her olayda inisiyatif alıyoruz. İnşallah bundan sonra da dengeli duruşumuzu muhafaza edeceğiz. Türkiye’nin çevresinde huzuru hâkim kılana kadar diplomatik çabalarımızı sürdüreceğiz.
“İNSANLARIN KUTSALLARINA YÖNELİK SALDIRILAR DÜŞÜNCE HÜRRİYETİ OLARAK NİTELENEMEZ”
İslam dünyası olarak Kurban Bayramı’na ulaşmanın heyecanını yaşarken, İsveç’in Başkenti Stockholm’de mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’e yönelik gerçekleştirilen alçakça saldırı hepimizi öfkelendirmiştir. 2 milyar Müslümanın hissiyatını hiçe sayan bu sapkınlığın bırakın fikir özgürlüğünü, en temel insani değerlerle bağdaşması mümkün değildir. Bunlar, İslam düşmanlığından beslenen nefret suçlarıdır. Bu nefret suçunun polis korumasında işlenebilmesi çok daha vahimdir. Dünyanın hiçbir medeni ülkesinde insanların kutsallarına yönelik saldırılar düşünce hürriyeti olarak nitelenemez. Nasıl kiliseyi, havrayı veya bir başka inancın mabedini ateşe vermek özgürlük değilse, Kur’an-ı Kerim Mushaf’ı yakma diye bir özgürlük olamaz. Bizim nazarımızda camilerimizi hedef alan eylemler ile kutsal kitabımıza yapılan rezil saldırılar arasında hiçbir fark yoktur. Bu gerçeği aslında nefret suçlarına imza atanlar kadar, buna izin verenler, göz yumanlar da çok iyi biliyor. Söz konusu kendi güvenlikleri olunca hiçbir hak, hukuk, ilke tanımayanlar, sıra Müslümanların kutsallarına gelince birden fikir özgürlüğünü hatırlıyorlar. Bu zihniyetin elinde fikir hürriyeti, İslam düşmanlığı ve yabancı karşıtlığının tüm biçimlerini meşrulaştıran bir araç konumundadır.
Stockholm’de Kurban Bayramı’nın ilk günü hem de bir camii önünde gerçekleştirilen menfur eyleme münferit bir hadise gözüyle bakamayız. Bu saldırıları Batı’da habis bir ur misali hızla yayılan İslam ve Müslüman düşmanlığı hastalığının yeni tezahürleri olarak görüyoruz. Batı dünyası, özellikle bu hastalıkla mücadele noktasında hiçbir adım atmıyor. Dört yıl önce Yeni Zelenda’nın Christchurch şehrinde bir camide ibadet eden 51 Müslümanın şehit edildiği terör eyleminden hâlâ ders alınmıyor. Neo-Nazi örgütler çoğu zaman devlet içindeki uzantılarının da desteğiyle palazlanmaya devam ediyor. Aşırı sağcıların işlediği nefret suçlarının kaydı çoğu zaman hiç tutulmuyor. Failler ya yakalanmıyor ya da ön kapısından girdikleri mahkeme salonlarının arka kapısından ellerini kollarını sallayarak çıkıyor.
“MÜSLÜMANLAR İÇİN İNANÇLARINI ÖZGÜRCE YAŞAMAK GİDEREK ZORLAŞMAKTADIR”
Günümüzde Müslümanlar için inançlarını özgürce yaşamak, dillerini sokakta özgürce konuşmak, dinlerinin emrettiği şekilde giyinmek, çalışmak, sosyal hayatta var olmak giderek zorlaşmaktadır. Irkçı terör saldırıları sadece Müslümanlara değil Musevilere, Afrikalılara, Asya kökenlilere, Romanlara ve göçmenlere de yönelmektedir. Önceki hafta Mora Yarımadası açıklarında batan ve yüzlerce mülteciye mezar olan gemi faciasında buna bir kez daha şahit olduk. İnsanları kurtarmak adına ciddi hiçbir emek harcanmadığı gibi, yüzlerce kişinin ölümü Titanik Gemisi’ni görmeye giden beş zengin kadar gündem olmadı. Bu mazlumlar da her yıl Akdeniz’in sularında kaybolan binlerce can gibi kısa sürede unutulup gitti.
“SÖMÜRGECİ GEÇMİŞİYLE BİLİNEN ÜLKELERDE KÜLTÜREL IRKÇILIK KURUMSAL IRKÇILIĞA DÖNÜŞMÜŞTÜR”
Bunlar asla istisnai hadiseler değildir, beyaz adamın üstünlüğüne dayanan sömürgeci, kibirli ve gayri insanı zihniyetin varlığını hâlen devam ettirdiğinin işaretidir. Pek çok Batı ülkesinde ayrımcılık toplumsal bir norm hâline gelmiştir. Özellikle sömürgeci geçmişiyle bilinen ülkelerde kültürel ırkçılık kurumsal ırkçılığa dönüşmüştür. Fransa’da başlayan, kısa sürede diğer ülkelere yayılan olayların kökünde işte bu zihniyetin inşa ettiği sosyal mimari vardır. Sistematik şekilde baskı gören, kamusal hayatın dışına itilen varoşlarda, gettolarda yaşamaya mahkûm edilen göçmenlerin çoğu Müslümanlardır. Şiddet maalesef şiddeti doğurmuş ve bugünkü hadiseleri tetiklemiştir. Tarih boyunca olduğu gibi, bugün de rüzgâr ekenler fırtına biçmektedir.
Kamu malına zarar verilmesini, sokakların yakılıp yıkılmasını, mağazaların yağmalanmasını elbette tasvip etmiyoruz. Sokak olayları meşru bir hak arama metodu olamaz, ancak bu sosyal patlamadan otoritelerin de ders çıkarması gerektiği açıktır.
Benzer vakalar ülkemizde yaşadığında bizlere hak, hukuk ve demokrasi dersi verenlerin, meydanlarda kamp kurup 24 saat canlı yayın yapanların bugün derin bir sessizliğe bürünmesi ayrıca manidardır.
Dışişleri Bakanlığımız, özellikle bugünlerde Fransa’ya gidecek olan veya orada yaşayan vatandaşlarımıza gereken uyarılarda bulundu. Büyükelçiliklerimiz ve konsolosluklarımız her zaman vatandaşlarımızın yanındadır. Biz de ilgili birimlerimizle süreci yakından takip ediyoruz. Endişeyle karşıladığımız son hadiselerin daha fazla kan akmadan, şiddet sarmalı daha fazla büyümeden bir an önce sona ermesini diliyoruz.
“IRKÇI NEFRETİN İNSANIMIZI HEDEF ALMASINA İZİN VEREMEYİZ”
Bu olayların göçmenlere ve Müslümanlara yönelik yeni bir baskı, yıldırma, sindirme furyasına yol açmasından da kaygı duyuyoruz. Daha çok kısıtlama, daha fazla ötekileştirmeye, adaletsizliğin daha fazla derinleşmesine sebep olacaktır, bu da gelecekte daha vahim olayların fitilini ateşleyecektir. Biz, yüzbinlerce vatandaşımızın yaşadığı hiçbir ülkenin böyle bir girdaba sürüklenmesini istemeyiz. Hele hele ırkçı nefretin insanımızı hedef almasına izin veremeyiz.
Türkler, İslam düşmanlığından en çok mağdur olan, en çok bedel ödeyen toplumun kesimlerinden biridir. Solingen’de vahşice katledilen vatandaşlarımızın acısı hâlen tazedir. Dönerci cinayetleri denilerek üstü kapatılmak istenen katliamlarda yüreği yanan yine bizim insanlarımızdı. Mescitleri, dernekleri, iş yerleri saldırıya uğrayan bizim kardeşlerimizdir. Terör örgütlerinin önü açılırken, polis şiddetine maruz bırakılan bizim sivil toplum kuruluşlarımızdır. Yurt dışında 7 milyon vatandaşı bulunan ülkemiz için, Türk ve Müslüman düşmanlığı dış politika meselesinden öte bir millî güvenlik sorunudur.
Fransa’daki olayları tüm boyutlarıyla titizlikle incelerken, Stockholm’deki saldırı sonrasında tepkimizi çok net bir şekilde gösterdik. İslam İşbirliği Teşkilatı da bu konuda hemen harekete geçti. Terör örgütleriyle ve İslam düşmanlığıyla kararlı mücadelenin kırmızıçizgimiz olduğunu açıkça ifade ettik. Teröre destek vererek, teröristlere alan açarak, sokakları, caddeleri, şehrin en merkezi meydanlarını teröristlere tahsis ederek Türkiye’nin dostluğunun kazanılmayacağını artık herkesin kabullenmesi gerekiyor. Muhataplarımız bu gerçeği ne kadar kısa sürede içselleştirirse, süreç o derece sağlıklı işleyecektir. Ülkemizin duruşu, beklentileri, bizlere verilen taahhütler bellidir. Biz, geçen sene neyi savunuyorsak, bugün de aynı ilkeleri savunuyoruz. Oyalama taktikleriyle vakit kaybetmek yerine, verilen sözlerin tutulmasının daha akılcı, daha faydalı ve devlet ciddiyetine yakışır bir yöntem olacağına inanıyoruz.
Basın yayın organları üzerinden yürütülen kirli oyunların neyi amaçladığını çok iyi görüyoruz, ama bu tarz bel altı vuruşlarla mesafe alacaklarını düşünenlerin ne bizi, ne Türkiye’yi, ne de Türk milletini tanımadıkları aşikârdır. Buradan kendilerine ince eleyip sık dokumalarını, ev ödevlerini daha iyi yapmalarını tavsiye ediyorum. Bizim tehdit siyasetine de, tahrik siyasetine de, aba altından sopa gösterme kurnazlığına da teslim olmayacağımızı tüm dünya bilir, bilmelidir. Biz, birilerinden ülkelerinin isimlerini değiştirmesini değil, sadece altına imza attıkları hususlara sadık kalmalarını istiyoruz. Binlerce vatandaşımızın canına kasteden bölücü örgüt mensuplarını ve FETÖ’cü alçakları himaye etmemelerini bekliyoruz. Türkiye olarak bunlar sağlanana kadar geri adım atmayacağımızın bilinmesini istiyoruz.
Uluslararası alanda ülkemize verilen sözlerin takipçisi olurken, milletimize meydanlarda verdiğimiz sözleri de asla ihmal etmiyoruz. Bir önceki Kabine Toplantılarımızda çiftçilerimizden gençlerimize, toplumumuzun çeşitli kesimlerine yönelik müjdelerimizi paylaştık.
“HALKIMIZI ENFLASYONA EZDİRMEME PRENSİBİMİZE BUGÜN DE SAHİP ÇIKIYORUZ”
Ardından 2023 yılının ikinci yarısında brüt asgari ücret tutarını 13 bin 414 liraya, net asgari ücret tutarını ise 11 bin 402 liraya yükselttik. Böylece asgari ücrete yüzde 34 gibi enflasyonun üzerinde refah payını da içeren bir zam yapmış olduk.
Son 21 yıldır kararlılıkla sürdürdüğümüz halkımızı enflasyona ezdirmeme prensibimize bugün de sahip çıkıyoruz. Özellikle toplumumuzun kırılgan kesimlerini hayat pahalılığının etkilerinden korumaya çalışıyoruz. Fahiş kira artışlarına karşı geçen sene devreye aldığımız üst sınır uygulaması, bu tedbirlerden biriydi. Konut kira sözleşmelerinde artırım oranını yüzde 25 ile sınırlandırmıştık. Temmuz ayında yenilenecek konut kira sözleşmeleri için de aynı sınır uygulanmaya devam edecektir.
Sıfır ve ikinci el araç fiyatlarında oluşan balonu da yakından takip ediyoruz. Ekonomik şartlardan ziyade tamahkârlıktan ve açgözlülüklerden kaynaklanan bu meselenin üstüne gideceğiz. Ticaret Bakanlığımız denetimlerini daha da sıklaştıracak. Stokçuluk ve fırsatçılık yapanlara asla müsaade edilmeyecek. Milletin canını yakanlardan hukuk ve serbest piyasa kuralları içinde muhakkak hesap soracağız.
“ULUSLARARASI YATIRIMCILARIN ÜLKEMİZE YÖNELİK İLGİSİ YÜKSELDİ”
Yeni ekonomi kadromuz enflasyonla mücadele yanında uluslararası doğrudan yatırımları artırma çalışmalarına hız verdi. Seçim belirsizliğinin ortadan kalkmasıyla birlikte dost ve kardeşlerimiz başta olmak üzere uluslararası yatırımcıların ülkemize yönelik ilgisi yükseldi. Son 21 yılda yaklaşık 255 milyar dolar doğrudan yatırım çeken Türkiye’nin salgın sonrasında yıldızının daha da parladığını görüyoruz. Rekabetçi, yenilikçi, girişimci dostu bir iş ve yatırım ortamıyla bu ilgiyi ve pozitif havayı ekonomimiz için fırsata çevirmekte kararlıyız.
11-12 Temmuz’da Vilnius’ta gerçekleştirilecek NATO Lider Zirvesi’ni müteakiben yurt dışı ziyaret ve kabul trafiğimizi yoğunlaştıracağız. Yatırım, istihdam, üretim, ihracat ve cari fazla yoluyla ülkemizi büyütme hedefimize sıkı sıkıya bağlıyız.
“TÜRKİYE EKONOMİSİNİ İSTİKRAR, GÜVEN, SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK SÜTUNLARI ÜZERİNDE YÜKSELTECEĞİZ”
Dokuz günlük bayram tatiline rağmen dış ticaret rakamlarında güzel haberler gelmeye devam ediyor. Yılsonu hedefimiz olan 265 milyar dolara ulaşacağımız kanaatindeyim.
Ekonomi politikalarımızın odağında 85 milyonun her bir ferdinin aşını, işini, huzurunu ve refahını büyütmek vardır. 21 yıllık kazanımlarımızdan aldığımız güçle Türkiye ekonomisini istikrar, güven, sürdürülebilirlik sütunları üzerinde yükselteceğiz.
Salgından bölgemizdeki savaşlara, depremden seçime kadar son yıllarda çok ciddi sınamalarla karşılaştık. Suriye krizinin olumsuz etkilerini en fazla hisseden ülkelerden biriyiz. Sadece depremin ekonomimize maliyeti 104 milyar doları buluyor. Seçim gündeminin iş dünyamızın tüm kesimlerini yorduğunu biliyoruz, ama 28 Mayıs gecesi itibariyle en zor dönemi geride bıraktığımıza da inanıyoruz. 31 Mart 2024 mahallî idareler seçimlerini de suhuletle atlattıktan sonra, Türkiye yüzyılı menziline artık koşar adımlarla gideceğiz.
Bugünkü Kabine Toplantımızda bu maratonda bizlerin gücüne güç katacak çok önemli kararlar aldık. Yaz mevsimiyle birlikte artan yangın tehdidine karşı yeşil vatanımız olan ormanlarımızı korumaya büyük önem veriyoruz. Geçmiş tecrübelerin ışığında yangınlara müdahale kapasitemizi bu sene daha da güçlendirdik. Yangılara müdahale süremizi 10 dakikaya kadar düşürdük. Orman Teşkilatımız, 89 hava aracı, çeşitli özelliklerde 4 bin 799 araçtan oluşan kara filosu ve 22 bin orman kahramanı işçisiyle göreve her zaman hazırdır. Milletimizin de desteğiyle bu yaz dönemini ciğerlerimiz yanmadan atlatalım istiyoruz. Bir kez daha tüm vatandaşlarımızı yeşil vatanımıza sahip çıkmaya davet ediyorum.
Kur korumalı mevduat uygulamasını devam ettiriyoruz, bu mevduat için sağladığımız vergi istisnasının süresini uzatıyoruz, tasarruf sahiplerine olumsuzluk oluşturmayacak şekilde süreci yürütüyoruz.
Memur maaşlarına yapılacak zam miktarıyla ilgili süreci başlatıyoruz. 5 Temmuz Çarşamba günü 6 aylık enflasyon oranlarımız netleşmiş olacaktır. Enflasyon oranlarının belli olmasıyla birlikte biz de memur ve emeklilerimize verdiğimiz sözleri yerine getireceğiz.
Tatile girmeden evvel Meclis onayı gerektiren tüm hususları Parlamentomuzun takdirine sunacağız.
Devlet olarak, ihtiyaç sahibi vatandaşlarımızın her daim yanındayız. 2002 yılında başlattığımız Türkiye Aile Destek Programı’ndan şimdiye kadar 3,7 milyon kardeşimiz istifade ediyor. Program kapsamında şimdiye kadar ailelerimize toplam 35 milyar liralık destek ödemesinde bulunduk. Türkiye Aile Destek Programını bu sene de devam ettirme kararı aldık.
Aldığımız kararların milletimize tekrar hayırlı olmasını diliyorum.
Veda etmeden önce, Avrupa oyunlarındaki başarılarıyla bizlere ikinci bayramı yaşatan tüm sporcularımızı tebrik ediyorum. Farklı kategorilerde 38 madalya kazanan sporcularımız, özellikle kadın sporcularımız bizleri gerçekten gururlandırmışlardır. Avrupa Altın Ligi Şampiyonu olan Türkiye A Millî Erkek Voleybol Takımımızı tekrar kutluyorum. Balkan Matematik Olimpiyatları’nda Türkiye’ye üç altın ve üç gümüş madalya getiren gençlerimizin tek tek gözlerinden öpüyorum.”