Anadolu Kızılderililerinin Kovboy Şapkasıyla İmtihanı
Püriten, 16. ve 17. yüzyıllarda. Elizabeth’in İngiliz Kilisesi’nde başlattığı reformist harekete karşı çıkan, kendisini “saflığı” aramak olarak tanımlayan bir Protestan doktrin ve ibadet şeklidir. Püritenler İngiliz kilisesi ile uyum sağlayamadıklarından, Amerika’ya ilk göç hareketinde yer alırlar ve Amerika’da New England yerleşim yerini kuran filmlerde izlediğimiz kovboylardır.
Salem Cadı mahkemelerini kurup suçsuz kadınları yakanda Amerika’da Harvard üniversitesini kuranlarda bu zihniyettin mensuplarıdır.
Amerika’ya göç eden Püritenler, kendilerini Eski Ahit’e öylesine kaptırmışlardı ki, Amerika’ya New England (Yeni İngiltere) yerine New Israil (Yeni Israil) adını vereceklerdi.
Püritenim Amerika’nın kurulusunda böylesine önemli rol oynayıp, “Amerikan ruhunu şekillendirirken”, bu ülkeye “yahudici / judaizer misyonunu da yükledi elbet. Püritenlik, daha sonra gelişen tüm Amerikan Protestanlığını da böylece etkisine aldı.
Püritenler, Yeni Dünya’ya muharref Tevrat’ın içerdiği vahşet boyutunu da getirmişlerdir. M. Tevrat, Yahudilerin, Filistin’i sözde hâksiz olarak gasp etmiş Kenan halkına karşı girişecekleri savaşta uygulamaları gereken bazı vahşet emirleri içerir. Bu vahşet emirleri, geçmiş yıllarda Israil ordusu tarafından Filistinlilere karsı uygulandı. Kendilerine rehber olarak Tevrat’ı kabul etmiş olan Püritenler de, Amerika topraklarından uyguladıkları vahşetler için Tevrat emirlerini referans kabul edeceklerdi.
Noam Chomsky, Year 501: The Conquest Continues İşgal Sürüyor adli kitabında Amerikan yerlilerinin Kristof Kolomb’la başlayan baskı ve “etnik temizlik” dolu tarihini anlatırken Püritenlerin, Amerika’yı “Vaadedilmis Toprak” olarak gördüklerini, üzerindeki Kızılderilileri de “Kenan Halkı” saydıklarını bildirdikten sonra, Püriten vahşetini;
“New England’daki ilk büyük soykırım hareketlerinden biri, 1637’de Pequot Kızılderililerinin yok edilmesiydi. Sömürgeci Püritenlerin, uyguladıkları bu vahşeti göklere çıkaran resmi açıklamaları ise şöyleydi: “Yeryüzü cennetinde Tanrı’nın istemediği bu Pequot yerlileri temizlendi. Öyle ki, şükürler olsun, artık Pequot ismi taşıyan kimse kalmadı. “Demektedir.
Bugün, ‘Tanrı’nın izni altında yurduna bağlılık yemini eden her Amerikan çocuğu, aslında, bu katliamı uygulayan Püritenlerin taşıdığı retoriği ve Eski Ahit’ten kaynaklanan düşünceyi ödünç almaktadır. Püritenlerin Eski Ahit’ten aldıkları düşünce ise sudur: ‘Bilinçli bir biçimde, Tanrı’nın seçilmiş halkına ait olan Vaat edilmiş Topraklardaki Kenan halkini yok etmek”
Kızılderili Katliamı uygulayan Püritenler, yaptıkları ise tümüyle dini liderlerinin kontrolünde gerçekleştiriyor ve ‘kutsal misyonlarını yerine getiriyorlardı. Öyle ki, Kızılderili erkek, kadın ve çocuklar tümüyle Eski Ahit emirlerine göre katlediliyorlardı. Kendi kullandıkları Tevrat deyimlerine göre, Püritenler, Kızılderili çadırlarını ‘kızgın ateşli fırınlara’ döndürüyorlar, içindeki kurbanları Tevrat deyimiyle ‘olabilecek en kötü ölümle’ öldürüyorlardı. Bir başka Tevrat ayetinin deyimiyle ölenler ‘ateşin içinde kızarıyor, ancak oluk oluk akan kanları ateşi söndürüyor ‘du. Katliamı uygulayanlar ise ‘Rab (Yehova)’nin övgüsüne layık’ oluyorlardı. Eski kovboy filmlerinde kasabalarda gördüğünüz kiliseler işte hep bu püriten Protestan şer yuvalarıdır.
Yine New York bölgesindeki yerlilerin temizlenmesi operasyonu düzenlendiği, Şubat 1643’de Güney Manhattan’da Hollanda’lar askerler tarafindan Algonquin Kızılderililerine karsı gerçekleştirilen ve David de Vries tarafindan aktarılan katliam şöyleydi:
“Askerler pek çok Kızılderili’yi uykularında öldürdüler. Annelerinin göğüslerinden çekilip alınan bebekler anne babalarının gözleri önünde kılıçla parçalanıyor ve bebeklerin parçaları ateşe atılıyordu. Kundaktaki bebekler beşikleri içinde parçalanıyor, kafaları eziliyor, en taş yürekli adamın bile vicdanini sızlatacak bir vahşilikle öldürülüyorlardı. Bazı bebekler nehre atıldı, onları kurtarmak için anne ve babaları da suya atladı. Ama askerler ne çocukların ne de anne babaların sudan çıkmalarına izin vermediler, hepsi boğuldu.”
Modern dünyanın uygulamaktan bir türlü vazgeçmediği vahşetin ardında, bir de bu tür bir “judaizer” geleneği yatmaktadır. Yine Püritenlerin uyguladıkları vahşetin İbrani öğretisine dayandığına, Arnold Toynbee de dikkat çeker.
Amerikalı sosyolog Thomas F. Gossett’in Race: The History of an Idea in America (Irk: Amerika’daki Bir Düşüncenin Tarihi) adli kitabında yazdigina göre, Toynbee, “Amerika’daki İngiliz kolonicilerinin Eski Ahit üzerinde yoğunlaşmalarının, onlara, dinsizleri yok etmekle görevli seçilmiş bir halk oldukları inancını verdiğini” söylemekte.
Gossett’in, bunun ardından, “Tevrat’taki İsrailliler Kenan halkini nasıl yok ettilerse, Massachusetts kolonisindeki İsrailliler (yani Püritenler) de Kızılderilileri öyle yok ettiler” demektedir.
Püritenlerin, “Amerikan ruhu” na enjekte ettikleri bu “judaizer” etki, Amerika’nın Yahudilik konusundaki yaklaşımını bugüne dek yönlendirmiştir. Amerikan Protestanlığı, Püriten düşüncesinin bir devamı olarak, Yahudilerin hep “seçilmiş irk” olduğu düşüncesini benimsemiştir. Amerikan-İbrani ilişkilerinin tarihsel gelişimini inceleyen Israil In The Mind of America (Amerika’nın Zihnindeki Israil) adli kitapta, Amerikan Protestanlığının taşıdığı bu ilginç görev, ayrıntılarıyla incelerken, William Eugène Blackstone ise, hem Amerikan elitinin Yahudiliğe bakisini hem de protestanlik-yahudilik paralelliğini göstermesi açısından oldukça ilginçtir.
1841’de New York’ta bir metodist Protestan olarak doğan William Eugène Blackstone, gençlik yıllarında Kutsal Kitap üzerinde uzmanlaştı… 1878’de Blackstone büyük eseri ‘Jesus Is Coming’i (Isa Geliyor) yayınladı ve kısa sürede ün kazandı. Evanjelik cemaatleri onu alkışladılar. Kitabi bir milyonun üstünde sattı.
Blackstone, arkadaşları Dwight L. Moody ve Cyrus I. Scofield ile birlikte, Kutsal Kitap’ın Yahudilerin ‘Tanrı’nın seçilmiş halkı’ olduğu seklindeki hükmünün hala geçerli olduğunu savundu. Aralarında John D. Rockefeller, Cyrus Mc Cormik, J. Pierpont Morgan gibi isimlerin ve Parlamento sözcüsünün, senatörlerin, hâkimlerin, avukatların, gazetecilerin bulunduğu 413 seçkin Amerikalı Blackstone ‘un bu fikrine destek verdi. Yahudilerin seçilmiş halk olduğunu destekleyenler, Amerikan elitinin kapsamlı bir listesi durumundaydı…
Blackstone, daha sonra Rusya’dan göçen Yahudilerin söz konusu olduğu dönemde, şu öneriyi getirdi: ‘Niçin Filistin’i Yahudilere vermiyoruz?’…
Peki, Filistin onların mıydı ki onu Yahudilere verecekti? Buna karşılık Blackstone, 1878 Berlin Anlaşması ile birer Türk eyaleti olan Bulgaristan ve Sırbistan’ın Bulgarlara ve Sırplara verildiğini hatırlatıyor ve söyle diyordu: ‘Bulgaristan’ın Bulgarlara, Sırbistan’ın da Sırplara ait olduğu kadar, Filistin de Yahudilere ait değil mi?’… Yahudi devleti, ayni Bulgaristan ve Sırbistan gibi, Türk Hükümeti’nden anlaşma sonucu alınacak Filistin toprakları üzerine kurulabilirdi…
Böylece Amerikalı bir Protestan olan Blackstone, Avrupalı bir Yahudi olan Theodore Herzl’den yıllar önce Siyasi Siyonizm’i ortaya atacaktı.
Bu düşüncenin tezahürü Blackstone etkisinde kalmış ABD başkanın Kurtuluş savaşı esnasında ortaya attığı Wilson prensipleri içinde kendini yer bularak “Doğu Anadolu’nun Ermenilere bırakılması!” şeklinde kendini gösterecekti.
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, “Sanmayın ki İsrail Gazze’de duracak. Sanmayın ki Ramallah güvenlik içinde olacak. Bu azgın devlet, bu terör devleti, eğer durdurulmazsa ‘vadedişmiş topraklar’ hezeyanıyla gözünü er ya da geç Anadolu’ya dikecek.” Sözünde Prütanizm’in tehlikeli ayak seslerine dikkati çekmiştir.
Hâlihazırda Amerika’daki Protestan cemaatlerinin önemli bir bölümü, bugün de ayni etkiyi taşımaktadır. ABD’deki köktenci Protestan cemaatleri, Israil’i “Tanrı’nın yerine gelmiş bir vaadi” olarak değerlendirirler. Israil’e yapılan Amerikan yardımı hakkındaki en ufak bir eleştiri, bu cemaatlerden büyük tepki alır. Israil Devleti, Tevrat’ta adi geçen Yahudilerle özdeşleştirilirken, Gazze ve Bati Şeria’da yasayan Filistinliler, Kenan Halkı olarak değerlendirilmektedir. Öyle ki, bu cemaatler, Amerika’nın gücünü koruyabilmesini de Israil’e yaptığı desteğe bağlamaktadırlar. Sayıları kırk milyonu asan Evanjelik Protestanların liderlerinden Jerry Falwell, “Diğer milletler Israil milletine nasıl davranıyorsa, Tanrı da onlara öyle davranır” sözleri Ortadoğu’da İran Cumhurbaşkanının şüpheli helikopter kazasından, Gazze’yi cehenneme çeviren düşüncenin ilmek ilmek dokuduğu planın bir parçasıdır.
Sanmayın ki Bering Boğazından geçip Amerika kıtasına yerleşen Kızılderililer ile aynı kökten gelen Türk boylarına aynı zulümler Anadolu’da reva görülmesin…