Emaneti Ehline Vermek
Bismillahirrahmanirrahim
Âlemlerin Rabbi, Rahman ve Rahim olan Allah’a hamt, Peygamberimize, âline ve sahabelerine salât ve selam ederiz.
“Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor” ayeti ile beyan edilen mükellefiyet, şuurlu hiçbir Müslüman’ın ve insanın görmezlikten gelemeyeceği mutlak bir kuraldır. Burada istenen, emanetlerin ehline verilmesi ve adaletle hükmedilmesidir. Emaneti ehline vermek ve adaletle hükmetmek, bir hidayet, ilim, feraset ve dirayet işidir. Emanet ve adalet nedir? Emanet; İslam’ın telkin ve teklif ettiği farzlar, emir ve yasaklar, kamu yönetimi ve istikamettir. Adalet ise; emanet olan ahkâmın uygulanmasıdır. Emanet; Kur’an ve sünnetin fert ve toplumda ikame etmeye çalıştığı hayat düzeninin anahtar kavramlarındandır. Allah’a güven duyan müminden; imanının bir gereği olarak emanetin sorumluluğunu taşıyacak emin biri olması istenmektedir. Kur’an ve sünnetin emrindeki bir akıl, kendisine tevdi edilmiş bütün nimetlere birer emanet gözüyle bakar. Buna göre servet, sıhhat, hayat, şöhret, evlat, devlet ve iktidar bir emanettir. Emaneti yüklenecek insan ehliyet ve liyakat sahibi olmalıdır. Kişinin ehil ve layık olması için İslami şuur, ilim ve feraset sahibi olması gerekir. Bir insanın emanete riayet şuuruna sahip olduğunun ölçüsü ise, Allah’a ihanet etmemesidir. Allah’a ihanet etmemek, İslam’ca düşünmek, İslam’ca yaşmak ve hesap gününe inanmaktır. “Emanetleri ehline veriniz” ayetinin muhatabı bir değil; üçtür. Bunlar; 1-Seçme, tayin etme ve talim verme makamında olanlar, 2-Ehliyet ve liyakat sahibi olmadığı halde, seçilmek için çırpınanlar, 3-Ehliyet ve liyakat sahibi olduğu halde görev ve sorumluluk almaktan kaçanlardır. Birincilerin görevi, emaneti ehil ve layık olana vermektir. Bunlar; ehil ve layık olanla olmayanı ayıracak bir hidayete, ilme, şuura, feraset ve dirayete sahip olmalıdırlar. İkincilere ise görev verilemez. Üçüncüler ise görevden kaçmakla vebal altına girerler.
EHLİYET VE LİYAKAT
Burada ehliyet ve liyakat sahibi olmanın şartlarını sıralamak gerekir. Bunlar dört şeye nispet edilerek tespit edilebilir. 1-Kişinin Allah’a nispetle liyakat ve ehliyet şartı; bu, Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle, yaptığı bütün işleri Allah rızası için yapmasıdır. Kişinin niyetini halis kılan unsur da budur. Yapılan işlerde Allah’ın rızası, halkın maslahatı gözetilmezse, emanete sadakat ortadan kalkar ehliyet ve liyakat yok olur, bunların yerini ihanet alır. Tıpkı millete hizmet sözüyle işbaşına gelen iktidarların, millete değil de çıkar çevrelerine hizmet etmesi gibi. 2-Kişinin kendisine nispetle liyakat ve ehliyet şartı; bunlar, kişinin görev üstleneceği konudaki yetenek ve yeterliliğidir. 3-Kişinin emanete nispetle liyakat ve ehliyet şartı; meşruluktur. Meşru olmayan ya da meşru bir usulle verilmeyen emaneti üstlenmek liyakatsizlik olur. 4-Kişinin insanlara nispetle liyakat ve ehliyet şartı; insanlara yararlı olmaktır. İnsanların saadeti için değil de, kendisinin ve nüfuz sahiplerinin çıkarı için çalışanlar fert ve topluma zarar verirler. İlk üç unsur, insanların teveccüh ve seçim tercihiyle oluşacak şeyler değildir. Bir bölgedeki insanlar bir kişiyi bir göreve layık bulup seçseler, bu seçim o insanın niteliğine bir şey eklemez. Yani, o insan eğer sorumsuzsa, yüksek tercih onu sorumlu hale getirmez. Ya da, yeteneksizse, herkesin onu destekliyor olması onu yetenekli kılmaz.
Ancak, dördüncü unsurda teveccüh oranı belirleyicidir. Çünkü “fayda” görecelidir ve kişiden kişiye, gruptan gruba, zümreden zümreye değişebilir. Emaneti ehline vermeyenler üç şeye haksızlık yapmış olurlar. 1-Emanetin kendisine, 2-Emaneti verdikleri ehliyetsiz ve liyakatsiz kişiye, 3-Emaneti esirgedikleri ehliyet ve liyakat sahibine. Bu üç şeye zulüm; sahibini katıksız zalim yapar. Bu kişinin namazı ve orucu onu zalimlikten kurtarmaz. İslam’a göre Müslüman fert ve toplumun ana görevi, yeryüzünü ıslah etmek; bozulma ve yozlaşmayı ortadan kaldırıp orada adil sosyal ve ekonomik bir düzen kurmaktır. Bu görev, Müslümanların siyasi açıdan örgütlenmeleri, hem kendi aralarında, hem de ülke yönetiminde emaneti ehline vermeleriyle yerine getirilmiş olur. Milli Görüş hareketinin varlık sebebi budur.
OLMASI GEREKEN
Türkiye’de; son zamanların ana gündemi, 2023 yılında yapılacak seçimlerdir. Bu seçimler, Cumhuriyet döneminin en kritik seçimidir. Bu seçimlerin sonunda Türkiye ya; yirmi yıllık AK Parti ve müttefiklerinin iktidarında yürütülen işbirlikçi politikaların sebep olduğu manevi ve ahlâki tahribat, ekonomik yıkım, dış politika faciası uygulamalarına devam diyecek, ya da Saadet Partisi’nin öncülüğünde milli ve adil bir yönetime kavuşacaktır. Bu seçimlerde yönetim için şahıslar, parlamento için partiler yarışacaktır. Görünen odur ki Cumhur İttifakı içinde yer alan partilerin adayı Sayın Erdoğan olacak gibi gözüküyor. Olup olamayacağı ileride belli olacaktır. Altılı Masa partileri ise adaylarını belirleyip ilan etmediler. Onlar da vakti geldiğinde, cumhurbaşkanı adaylarını belirleyip ilan edeceklerdir. Bu konuda iki taraf arasında stratejik ve psikolojik bir mücadele yürütülüyor. Buna yönelik olarak gelişen bütün olaylar, bu mücadelenin dışa yansıyan kısmı olarak okunmalıdır ve öyle de okunuyor. Üzerinde yoğun olarak konuşlan şey; “Altılı Masa’nın adayı kim olacak?” sorusudur. Bu soru üzerinden, Sayın Erdoğan ve taraftarları; Altılı Masa’yı dağıtmak veya zayıflatıp etkisizleştirmek isterken, Altılı Masa da; Sayın Erdoğan ve taraftarlarının ürettiği ve üreteceği hile ve tuzakları tersine çevirmeye çalışıyor. Altılı Masa’nın adayı, hakkı üstün tutan, bilgeliği ile öne çıkan, önde yürüyen bayrağı önce ahlâk ve maneviyat olan, Ömer’in adaleti için yürüyen, milli şuur sahibi birisi olacağına olan inancımız tamdır. Olması gereken budur. Saadet Partisi’nin masadaki görevi, öncelikle bunu sağlamaktır. Selam hidayete tabi olanlara…