Deprem ve Manevi Tedbirler
Bismillahirrahmanirrahim
Âlemlerin Rabbi, Rahman ve Rahim olan Allah’a hamt, Peygamberimize, âline ve sahabelerine salât ve selam ederiz.
6 Şubat Pazartesi sabahına Türkiye; Kahramanmaraş, Gaziantep, Malatya, Diyarbakır, Kilis, Şanlıurfa, Adıyaman, Hatay, Osmaniye, Adana illerinde hissedilen bir depremle uyandı. Bu deprem, Hatay, Kahramanmaraş, Adıyaman, Malatya gibi illerde ve ilçelerinde, kelimelerle izahı zor büyük yıkımlara sebep oldu. Depremin yıkıcı etkisi yanında, çetin kış şartları da dikkate alındığında, deprem bölgesinde yaşayan vatandaşlarımız ve millet olarak ağır bir imtihandan geçiyoruz. Belki de son yüz yılın en büyük felaketi ile yüzleşiyoruz. Devlet Millet kaynaşmasının zirve yapması gereken bir ortamda, milletimizin temsil ettiği manaya yakışmayacak hatalı davranışlar ve beyanlarla karşılaşmak, bizleri en az deprem kadar yaralıyor. Bütün dünya depremin yaralarını sarmamız için yardıma koşmuşken, ne olur şu özel hesaplarımızı Allah için askıya alalım. Bunu yapmaz isek, millet olarak bu depremin altında kalırız da arkamızdan ağlayanımız bile olmaz. Şunu da bilelim ki Allah bunun hesabını bizden sorar. İlla ben bu sınavı kaybetmek istiyorum diyenler olur ise, bunlara hiçbir sözün tesir etmeyeceği aşikârdır. Allah akıl fikir versin…
TEDBİR
“Deprem ve acil durum yönetimi” kavramı; Peygamberimizin “Tedbir gibi akıl yok” uyarısı ile yan yana konulduğunda daha anlamlı hale gelmektedir. “Deveni bağlayıp öyle tevekkül et” hadisinde zikredilen tevekkül, alınması gereken “maddi tedbirlerle” beraber, insanları depremin ürpertici tarafıyla yüzleşmeye manen ve ruhen hazırlama görevine de işaret etmektedir. Depremden en az zararla kurtulmak için alınacak maddi ve manevi tedbirleri ahlaki ve insani bir zorunluluk olarak gören İslam, depremi “tedbirsiz bir tevekkülle” karşılamanın vebalini de hatırlatır. Yaşadığımız dünya hayatı; sayısız lütuf ve nimet arasına, çok sayıda afet ve felaketin sürpriz paketleriyle serpiştirildiği bir büyük “imtihandan” ibarettir. Bu imtihan; hem “tedbir” hem de “tevekkül” sınavıdır.
Bir bakıyorsun; gerçekleşmesinden ümit kesilen işler bir anda insanın karşısına çıkıveriyor. Zaman oluyor, kıyamet provası gibi tecelli eden bir deprem, bela ve musibetle bütün beklenti ve hayallerin önü “ecelle” kesiliveriyor. İnsan hayatında olup biten her şey, Allah’ın izni, emir ve iradesi ile varlık buluyor. Varlıklar âleminde bunun dışında hiçbir şey olmuyor. Bu imtihanda insanlar; şükür ile nankörlük arasında gel gitler yaşıyorlar. Şükreden insan; din ve düzen olarak İslam’da karar kılarken, nankörlüğü tercih edenler ise, şeytan ve adamlarının kurduğu hile rejimleri, faizci zulüm düzenlerine meyledip evrenin kara deliklerine doğru zillet yolculuğu yapıyorlar. Yaşam alanlarının inşasında, imar ve ıslahında hile yapmak en büyük tedbirsizliktir. Bu tedbirsizlik, fert ve topluma yıkım ve felaket olarak dönüyor. Manevi hayatın da inşasında yapılan hile ve sapmalar aynı şekilde büyük bir tedbirsizliktir. Bu tedbirsizlik ise, insanın insanlığını elinden alıp, onu tanınmaz hale getiriyor.
DÜZEN VE DENGE
İlim adamlarının tespitine göre dünyada her gün 3 şiddetinden küçük, çok hafif 9000 deprem meydana gelmektedir. 8 ve daha büyük değerdeki deprem sayısı ise yılda sadece birdir. 3 ve 8 arasında yer alan deprem adedi, yılda 56.000 olarak tahmin edilmektedir. Sismologların ittifakıyla; “ var olan koşullarda depremin önceden belirlenmesi imkânsızdır” denilerek meselenin “gaybi” boyutuna teslimiyet gösteriliyor. Yeryüzü sakinlerini kuşatan bu kaçınılmaz gerçek, her türlü tehlike ve afet riskine rağmen, kâinattaki düzen ve denge üzerindeki mutlak tasarrufun yalnızca yüce Allah’a ait olduğunu ve insanın Rabbi tarafından durmaksızın korunduğunu ispata yeterlidir. Bu, bundan ibret alan müminler için, Allah’ın kudretini tefekkürde ve O’na kulluk şuurunu geliştirmede önemli bir rol oynuyor. Kulluk şuurunu geliştiren hiçbir fert, toplum ve iktidar sahipleri, kendi elleriyle yapacakları hileler yüzünden kedilerini korumasız hale getirmezler.
DEPREM SINAVI
Musibetlerle sınanan insan; hiç ayrılmayacakmış arzusuyla bağlandığı bu dünya hayatına, aslında her biri birer pamuk ipliği kadar zayıf bağlarla tutunduğunu çok çabuk anlar. Kendi nefsi de dâhil her şeyin, Allah Teâlâ’dan geldiğini ve süresini doldurduğunda yine ona döneceğini fark eder. Allah’ın izni olmaksızın hiç bir nefis için ölmek yoktur. Ölüm ecelledir. Ahireti unutup, hayatı dünyadan ibaret görene Allah, istediği her türlü nimeti eksiksiz verir. Dünya hayatını ahiret hayatının tarlası olarak gören ve İslam’ca bir hayat süren kimseye de Allah, bunun bereket ve sevabını fazlasıyla verir. Allah şükredenlere dünyada da, ahirette de, nimetlerin en güzelini ihsan eder. Eğer Allah; fert ve topluma bir sıkıntı verirse, onu O’ndan başkası gideremez. Fert ve topluma bir hayır ve nimet de verirse, onu Allah’tan başka kimse geri alamaz. Allah’ın her şeye gücü yeter. Allah günahları bağışlayan, tövbeleri kabul eden, cezası şiddetli, lütfu bol olandır. O’ndan başka ilah yoktur. Dönüş O’nadır. Yeryüzünde fesat ve kötülük çıkararak yaratılış gayelerini unutup, İslam yolundan uzaklaşanları Kur’an, denge ve düzenini bozdukları yeryüzünün bizzat kendisiyle tehdit eder. İnkârcılara, müşrik ve münafıklara yönelik bu tehdidin, müminleri de uyaran, yani Allah’ın haramlarından, emanetlere ihanetten sakındıran yönü de dikkate alınmalıdır. Bela, musibet ve depremlerden çıkarılacak tek ders, Allah’ın kuvvet ve kudreti karşısında kulun ne kadar aciz olduğudur. Boşuna kibirlenmeye, benim her şeye gücüm yeter, her şeyin sahibi benim demeye gerek yoktur. Zaman Allah’a sığınma, günahlardan tövbe etme, iyilik ve takvada yardımlaşma ve dayanışma zamanıdır. Sadaka belayı def eder. Güzel ahlak ise tedavi eder. Selam hidayete tabi olanlara…