Leopold’dan Lityuma: Kongo’nun Zenginlikleri, Teknolojiye Kanlı Bağ

Kongo Demokratik Cumhuriyeti’ndeki (KDC) çatışmanın kökleri, sömürge dönemine dayanmaktadır. KDC, 60 yıldan fazla bir süre önce bağımsızlığını ilan etmiş olmasına rağmen, doğu bölgeleri hala şiddet, kaynak soygunu ve jeopolitik entrikaların içinde sıkışmış durumda. M23 isyancı grubunun yeniden yükselmesi ve Ruanda ile gerilimlerin artması gibi son gelişmeler, sömürgeci miraslardan kaynaklanan bir çatışmanın derinliğini gözler önüne seriyor. Bugün, King Leopold II’nin kauçuk sopalarından ve madencilik matkaplarından, bugünkü kobalt madenlerine kadar her şeyin yankılarını duyabilirsiniz.
Mevcut çatışma, yalnızca bir yönetim krizi ya da etnik gerilimler değil, aynı zamanda 21. yüzyıla yeniden markalanmış bir sömürge projesinin devamıdır – bu sefer akıllı telefonlar, elektrikli arabalar ve çokuluslu şirketlerin açgözlülüğüyle besleniyor.
Son Gelişmeler: M23’ün Yeniden Yükselişi
2012-2013 isyanının ardından (askeri yenilgi ve 2013 Nairobi barış anlaşmasının ardından) bir süre sönük kalan Mart 23 Hareketi (M23) militan grubu, Kuzey Kivu bölgesinin stratejik bölgelerini ele geçirerek sivil yaşamı alt üst etmeye devam etti. KDC hükümeti, M23’ü Ruanda’nın desteklediğini iddia ediyor – bu iddiayı, gruba sağlanan lojistik ve finansal desteği ayrıntılarıyla açıklayan bir Birleşmiş Milletler raporu destekliyor. Ruanda ise bu suçlamaları reddediyor ve dünya, 1.5 milyon kişinin doğu Kongo’dan sürülmesine yol açan jeopolitik suçlamalarla boğuşuyor.
M23’ün yükselişi, KDC’nin mineral zenginliğine, özellikle de şarj edilebilir bataryalar ve diğer yüksek teknoloji ürünlerinde kullanılan kobalt ve koltan talebinin arttığı bir döneme denk geliyor. Dünya “yeşil bir geleceğe” doğru koşarken, KDC kan ve egemenlik bedelini ödüyor.
Sömürge Sınırları: Afrika’nın İlk Yarası
Kongo’nun sonsuz çatışmalarının kökenlerini tam anlamak için 1884 yılına gitmek gerekiyor; bu yıl Avrupa güçleri, Afrikayı bir doğum günü pastası gibi paylaşmak için Berlin’de toplandı – bu masada tek bir Afrikalı yoktu. Bu yapay sınırlar, etnik ve dini grupları bir arada toplarken, doğal toplulukları ve kaynakları böldü. KDC, 200’ün üzerinde etnik grubu barındıran bir ülke olduğundan, nihayetinde kırılgan bir devlet yapısı ortaya çıktı ve doğal bir birlik sağlanamadı.
Bağımsızlık sonrası, bu sömürge sınırları yeni bir mücadele alanına dönüştü: kimlik siyaseti. Liderler, etnik kimlikleri manipüle ederek toplulukları bölmüş, toprak, kaynaklar ve güç için çatışmaları körüklemiştir. Dahası, çokuluslu şirketler bu bölünmeleri kullanarak doğal kaynaklar üzerinde kontrol sağlamıştır. Etnik sorunların yüzeyi, çoğunlukla Kongo’nun mineral zenginlikleri için süren yarışın derin bir hedefi olarak gizlenmektedir. Bu taktik, toplulukların birbirleriyle savaşmasını sağlarken, kurumsal çıkarlar dokunulmaz kalmaktadır.
Çözüm, ayrımcı kimlik siyasetinden vazgeçmek ve Afrika’daki halkları ortak bir Pan-Afrika kimliğinde birleştirerek, egemenlik, onur ve adalet mücadelesini birlikte vermek olacaktır. Pan-Afrikalı düşünür Amilcar Cabral’ın dediği gibi, “Halktan hiçbir şey gizlemeyin. Yalan söylemeyin. Söylenen yalanları ifşa edin.”
Sömürgecilik ve Bugün: Sömürünün Yeniden Şekillenişi
KDC’nin neden hala çatışma bölgesi olduğunu anlamak için sömürge geçmişine geri dönmek gerekir. Belçika Kralı II. Leopold, 19. yüzyılın sonlarında Kongo’yu kişisel mülkü olarak ilan ettiğinde, tarihin en zalim sömürü düzenlerinden birini başlatmış oldu. “Afrika’yı medenileştirme” bahanesiyle, Leopold’un rejimi, Kongo’nun kauçuğunu ve fildişini sömürürken milyonlarca insanı köleleştirdi ve tahminen 10 milyon kişiyi öldürdü.
- yüzyıla gelindiğinde ise, plünderciler kostüm giymiş ve Avrupa monarşilerinden çokuluslu şirketleri temsil ediyorlar.
KDC, tahminlere göre 24 trilyon dolar değerinde işlenmemiş maden rezervlerine sahip ve dünya kobaltının %60’ını barındırıyor. Bu kaynaklar, Apple, Tesla ve Samsung gibi şirketler için vazgeçilmez. Ancak bu zenginlikler, Kongolu toplulukları kalkındırmak yerine şiddeti körüklüyor. M23 gibi silahlı gruplar, maden bölgeleri üzerinde kontrol sağlamak için savaşıyor ve çokuluslu şirketler, tedarik zincirlerini yeterince izleyemeyerek bu kaosu dolaylı olarak destekliyor.
2021 yılında Amnesty International tarafından yayınlanan bir rapora göre, Kongo’daki el yapımı maden sektöründe çocuk işçi çalıştırmak ve tehlikeli çalışma koşulları yaygın. Bir Kongolu madencinin söylediği gibi, “Zengin dünya elektrikli arabalarını ve akıllı telefonlarını istiyor, ancak biz onları yapmak için kazarken ölüyoruz.”
Gaddafi’nin Pan-Afrikalist Vizyonu: Kaçırılan Bir Fırsat
Afrika tarihinde, Muammer Kaddafi kadar vizyoner bir lider nadiren görülmüştür. Kaddafi, Afrika’nın çatışmalarının kökenlerine çözüm getirmek amacıyla pan-Afrikalizm ve güçlü, bağımsız Afrika kurumlarının kurulmasını savundu. 1999’da Afrika Birliği’ni (AB) kurma çabalarını bizzat yönetti ve Afrika’nın doğal kaynaklarının çokuluslu sömürüden kurtulması için bir Afrika Doğal Kaynaklar Örgütü önerdi.
Gaddafi, bu dönüştürücü fikirleri 1999’dan itibaren KDC hükümetiyle doğrudan paylaştı ve Afrika Birliği platformunu kullanarak uygulama adımlarını savundu. KDC, onun vizyonunu benimseseydi, mineral zenginlikleri Afrika kontrolündeki çerçevelerle topluca yönetilebilirdi; böylece dış müdahaleyi azaltır ve Afrika ülkeleri arasında iç çatışmaların çözülmesine yardımcı olurdu. Kaynakları birleştirip savunma sistemini güçlendirerek ve ekonomik bağımsızlığa öncelik vererek, Gaddafi’nin planı Kongo için bir istikrar yolu sunuyordu.
Çokuluslu Şirketlerin Neokolonyal Rolü
Çokuluslu şirketler, modern zamanların Leopold II’sidir, ancak daha iyi bir halkla ilişkiler ekibiyle. Apple ve Microsoft gibi şirketler, etik tedarik taahhütlerine rağmen hâlâ Kongo’daki acılardan fayda sağlıyor. The Washington Post’un 2022 tarihli bir soruşturması, bu şirketlerin silahlı gruplara bağlı tedarikçilerden kobalt aldığını ortaya koydu.
Bunlar yalnızca teknoloji sektörüyle sınırlı değil. KDC’nin altın, kalay ve tungsten gibi “çatışma mineralleri” de küresel tedarik zincirlerine dahil oluyor, bu da çatışmaları daha da körüklüyor. Global Witness’in 2017 tarihli bir raporu, doğu KDC, Ruanda ve Uganda’dan mineral ihraç eden şirketlerin %94’ünün 2014’te Kongolu altının yasa dışı yollarla ülke dışına çıkmasını sağladığını belirtiyor.
İnsan Bedeli: Kanayan Bir Ulus
KDC’deki etnik temelli çatışmalar, Birinci Kongo Savaşı (1996-1997), İkinci Kongo Savaşı (1998-2003) ve devam eden şiddet (2003-günümüz) sonucu 6 milyon kişinin hayatını kaybetmesine neden oldu. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), ülkede şu anda 5.8 milyon insanın yerinden edildiğini tahmin ediyor.
Doğu Kongo, aynı zamanda büyük bir insani felaket bölgesi. Kuzey Kivu’da, binlerce çocuk el yapımı madenlerde çalışırken, cinsel şiddet savaş silahı olarak kullanılıyor. Uluslararası Kurtuluş Komitesi’nin 2022 yılına ait bir çalışması, bölgedeki her üç kadından birinin cinsel şiddete maruz kaldığını ortaya koydu.
Geleceğe Doğru: Küresel Bir Soruna Pan-Afrikalist Çözümler
KDC’nin durumu, pan-Afrikalist dayanışmanın ve çözümlerin acil bir şekilde hayata geçirilmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Afrika Birliği (AB), daha güçlü bir şekilde çatışmaları çözme ve bölgesel aktörleri, özellikle Ruanda’yı sorumlu tutma rolü üstlenmelidir.
Son olarak, Küresel Güney, çokuluslu şirketlerin sömürücü uygulamalarına karşı birleşmelidir. Kwame Nkrumah’ın dediği gibi, “Afrika’nın özgürlüğü, ekonomik bağımsızlık olmadan tamamlanamaz.”
Daha Akıllı, Etik Bir Gelecek?
KDC’deki çatışma, dünyanın teknolojik ilerlemesinin çoğu zaman en savunmasızların bedeliyle geldiğini hatırlatan bir uyarıdır. iPhone’larımızı şarj ederken ve Tesla’larımızla yol alırken, Kongolu madencilerin hayatlarını riske atarak bizim rahatlığımızı sağladığını unutmayalım.
Belki bir gün, KDC’nin hikayesi sömürü değil, güçlenme hikayesi olur. Ancak o zamana kadar, rahatsız edici sorular sormaya ve iktidarda olanları hesap vermeye zorlamaya devam etmeliyiz. Çünkü, Afrika’nın özgürlüğü hala bitmemiştir.